Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu

Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu

Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu

Bize kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz? 

1950’li yıllarda, Taksim, İstanbul’da büyüdüm. 1973 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyasal Bilgiler Bölümünden mezun olana dek çocukluk, gençlik yıllarım  hep o bölgede geçti. Fındıklı’da Namık Kemal İlkokulu’na gittim ve 1962’de mezun oldum. Sonra İngiliz Lisesi sınavına girdim ve kazandım. O okula kayıt olmak aslında benim kararımdı, ailem çok karışmadı bana. Ortaokulu orada okudum, ve sonra Şişli Terakki Lisesi’ne geçtim.

Lisede en sevdiğim dersler Fizik ve Kimya idi, ben de Kimya Mühendisi olmayı ümit ediyor ve planlıyordum. Ancak, ailede Kimya Mühendisi olup bu alanda çalışan büyüklerim beni bu kararımdan vazgeçirdiler. Kimya Mühendislerinin hedeflerine ulaşmalarına o dönemde çok imkân olmadığını düşünüyorlardı.

Bunun üzerine İktisat Fakültesi’ne kayıt oldum. Şişli Terakki’de tanıştığım ve arkadaşlığımızı üniversitede devam ettirdiğimiz eşim de aynı fakülteye kayıt oldu. Üniversiteye başladık ve 1972’de mezun olmadan önce nişanlandık. Mezun olduktan hemen sonra evlenip Amerika’ya gittik.

Uzmanlık alanınızı nasıl belirlediniz? Bu kararınızı etkileyen bir kişi ya da olay var mıydı?

O dönemde İktisat Fakültesi’nde belli bir ortalamanın üstünde olan öğrenciler için ilginç bir seçenek vardı; bu öğrenciler istedikleri takdirde 3. sınıfta okurken aynı zamanda doktora programına da başlayabiliyorlardı. Böylece ben de nişanlım da 1971 yılında, 3. sınıftayken İleri Matematik, İleri İstatistik gibi doktora derslerini de almaya başladık. 1972 Yazı’nda, o zamanlar henüz genç bir profesör olan İlter Turan, bana TBMM’de görev yapmış eski bakanlarla yapacağı mülakatlara yardımcı olmamı teklif etti. Ben de onunla beraber bazı mülakatları gerçekleştirdim ve veri tabanını oluşturdum. Prof. Turan daha sonra bu verilere dayanarak birkaç makale yazdı. Ben de bu proje sayesinde anket araştırma deneyimi kazandım. Yine bu çalışma ve Profesör Turan sayesinde yurt dışında, özellikle ABD’de doktora yapabileceğim fikri oluştu bende.

Fulbright Programından nasıl haberdar oldunuz? 

1972’de, son sınıftayken yurt dışında okuma imkanlarını araştırmaya başlamıştım. 1964’te Iowa Üniversitesi’nden bir  akademisyen Fulbright Programı ile İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde bir yıl geçirmişti. Bu iki üniversite arasında bir ilişki oluşmuştu, ve Toktamış Ateş, Önder Arı, İlter Turan, Şirin Tekeli, Cengiz Arın gibi tanıdığım ve belki de tanımadığım başka akademisyenler de Iowa Üniversitesi’nde birer akademik yıl geçirmişlerdi. Üniversitedeki son yılımda, yine Iowa Üniversitesi’nden bir akademisyen, Doğu Avrupa siyasetinde uzman olan Prof. William Welsh, Siyasal Bilgiler Bölümünde bir ders veriyordu. Bu Uluslararası İlişkiler dersini ben de alıyordum.  Sanırım derste iyiydim ki bana bir referans mektubu yazdı. İşte Iowa bağlantım böyle oluştu. Sonra işler çok hızlandı. Birkaç üniversiteye başvurdum ve Iowa dahil birkaçından kabul aldım. Iowa Üniversitesi benden eğitim ücreti almayacaktı, ve ayrıca yaşam masraflarını karşılayan bir ödenek veriyordu. Aynı zamanda Fulbright bursunu da kazandım, ama o bursun sağlık sigortası ve uçak bileti imkanlarını kullandım.

ABD’ye vardığınızda ne hissettiniz, sizi en çok etkileyen neydi? 

Seyahatler şimdikilerden çok farklıydı. Lufthansa ile uçuyorduk, buradan Frankfurt’a, oradan Chicago’ya ve son olarak da Iowa’ya uçtuk. Ancak bir grev yüzünden bağlantılı uçuşu kaçırdık, ertesi gün uçabildik. Tabii, o zamanlar cep telefonu da direkt sabit telefonlar da yoktu. Gecikeceğimizi profesörüme ancak telgraf ile bildirebildim. Neyse, Chicago’ya vardık, gayet kalabalık, kocaman bir havaalanı, ve şans eseri Iowalı bir gümrük memuru ile karşılaştık ve o bize gideceğimiz yer ile bilgili biraz bilgi verdi, bagajlarımıza yardım etti ve transferimizi sağladı. Sonuçta, programımıza göre üniversiteye bir gün geç varmış olduk. Uçaktan indiğimizde bir taksi şoförü bize yaklaştı ve bir zarf verdi. İçinde profesörümün notu vardı, ve o notta arabaya binmemizi ve şoförün bizi nereye götüreceğini bildiği yazıyordu. Yani hocam her şeyi düşünmüştü, hatta kendi yerimizi bulana kadar bizi birkaç gün misafir etti. Otobüsle ulaşılabilen bir öğrenci evi bulduk. O dönemde arabamız yoktu. Neredeyse herşeye sıfırdan başladık. Ama 22 yaşındayken her şey yapılabiliyor. Oraya uyum sağlamak çok da zor bir şey değildi. Yaşadığımız Cedar Rapids, ünlü Çek besteci Dvořák’ın “Yeni Dünyadan” adlı eserini yazdığı yer olarak da bilinir.

Orada kaldığınız dönemde başka yerlere de seyahat ettiniz mi? 

Abim Cleveland’da okuyordu, oraya gittik. Michigan, Ann Arbor yakınlarında akrabalarımız vardı, onları ziyarete gittik. Bir de iki arkadaş ile Amerika’yı turladık. Arkadaşlardan biri Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Mustafa İlhan’dı. Diğeri de 1973 Chevy Impala’sı olan Gürol’du. Çok güzel bir arabaydı, ama o dönemde hız sınırları çok katıydı çünkü petrol krizi vardı ve hız sınırlarını aşmamak için çok dikkatli olmamız gerekiyordu.

Fulbright Bursu size nasıl yardım etti? 

Sağlık sigortamı karşılayan Fulbright bursu, Türkiye’ye dönmeden hemen önce geçirdiğim ağır hastalık süresinde bana çok yardımcı oldu. Hastanelik olmuştum, ve tüm harcamalarım bu sayede karşılandı ve ben hiçbir şey ödemedim. Doğrusu eğitiminizin sonlarına doğru kaynaklarınızı tüketmiş oluyorsunuz ve acil bir durumu karşılayacak imkânınız kalmamış oluyor. Tabii, dönüş için uçak biletini de burs sayesinde aldım.

ABD’de kaldığınız 4 yılı düşündüğünüzde bu deneyimin sizi hem kişisel hem mesleki açıdan nasıl etkilediğini söyleyebilirsiniz?

O dönemde Iowa Üniversitesi, yasama çalışmaları alanında en önemli kurumlardan biriydi. Tesadüf müydü, planlanmış mıydı bilemem ama yasama çalışmaları alanında öne çıkmış, araştırma yapan en önemli isimleri toplamışlardı. Orada kurduğum bağlantılar ve içinde olduğum çalışmalar, ileride bana farklı şekillerde çok yardımcı oldu. Kaldığımız öğrenci evlerinde, komşular arasında sürekli iletişim vardı. İnsanlar farklı bölümlerden, alanlardandı, ama hep beraberdik ve bir topluluk oluşturuyorduk. Yazları her akşam voleybol oynardık. Bilgisayar merkezinin ne zamanlar boş olduğu bilgisini birbirimizle paylaşırdık. Birbirimizin çocuklarına bakıcılık yapardık. Tabii bütün bunlar yeni bir çevreye ve kültüre alışmamıza çok yardımcı oldu. Birbirimizi kolluyorduk yani.

Bu insanların birçoğuyla ilişkimi devam ettirdim. Örneğin, danışmanım Gerhard Loewenberg –çok metodik bir insandı. Mesela, bana bir ödev verirdi; tezimin bir bölümünü yazmam gibi ve ben de zamanında ona götürürdüm. O da bana birkaç gün sonrasına randevu verirdi. Ofisine geldiğimde yazdıklarımı nasıl iyileştirebileceğimi gösteren önerileri, düzeltmeleri, notları ve yorumları ile hazır olurdu. İstatistiki metotlarla ilgili bir sorun gördüğünde geri bildirim alabileceğim başka bir öğretim üyesine yönlendirirdi. Profesör Loewenberg bana verdiği tarihlere mutlaka uymamı beklerdi. Bu metotlar tezimi normalden çok daha kısa bir zamanda yazmamı sağladı. Ben de aynı metotları ve standartları hem genç bir akademisyenken hem de kariyerimin devamında danışanlarımla olan ilişkimde aynı şekilde uyguladım.

Aynı dönemde kendi alanımın dışındaki alanlardaki öğretim üyelerinden de çok şey öğrendim. Örneğin Vernon Van Dyke bize çok okumayı öğretti, aynı zamanda nasıl okunacağını da: gözden geçirmeyi, odaklanmayı, önemli noktaları belirlemeyi. Metodoloji, Ekonomi, Epistemoloji, Felsefe dersleri de aldım. Yasama sistemlerinin dışında uluslararası siyaset, siyaset metotları, karşılaştırmalı siyaset, karşılaştırmalı metodoloji ve araştırma tekniklerinde de eğitildim.

Kırsal siyasi değişim alanında bir araştırma projesine daha dahil oldum, bu sefer asistan olarak değil, ana araştırmacı olarak. Iowa’dan döndükten sonra 1978’den 1980’e kadar bu projede çalıştım ve 1980 yılında bir dönem Iowa Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak görev alarak hem Orta Doğu Siyaseti ve Karşılaştırmalı Siyaset derslerini verdim hem de bu araştırmanın sonuçlarını anlattım. Daha sonraları Türkiye’deki siyasi kültürle ilgili çalışmalarım oldu. Önceki çalışmanın burada da çok faydası oldu, kırsal alanlara bakış açım genişlemişti. Ayrıca bu çevrede siyasetin ekonomik durum ile ilişkisini, devletin sunduğu hizmetleri, kişilerin bürokrasi ile ilişkileri ve oy verme ve diğer katılımcı hareketlerle siyasi süreçleri nasıl etkilediklerini araştırdım.  Örneğin, kadınların eğitim seviyelerinin oy verme davranışlarını nasıl etkilediğini ortaya çıkardık.

Hala bu alanda çalışıyor musunuz? Geçen zamanda başka neler üzerinde çalıştınız? Halen üzerinde çalıştığınız projeler nelerdir? 

Hayır, artık kırsal bölgeler üzerine çalışmıyorum, çünkü zaten çok değiştiler. Şimdi artık, kentleşmiş fakir toplumlar var. Şimdi seçim dönemlerinde çok sayıda seçim çalışması yapıyorum. Katılım üzerinde çalışıyorum, bu alanda 1974’den 2014’e kadarki süreyi kapsayan siyasi katılımı araştıran yeni basılmış bir çalışmam var. Ali Çarkoğlu ile yürüttüğüm çalışmalarım var, Uluslararası Sosyal Araştırma Programının Türkiye temsilcileri olarak yıllık araştırmalar yapıyoruz. 45 başka ülke ile beraber sosyal eşitlik, hükümetin rolü, vatandaşlık, insanların çalışmaya bakışı, milliyetçilik ve din gibi farklı başlıklarda araştırmalar yapıp sonuçlarını yayımlıyoruz.  1980’lerde yasamanın gelişimi konusunda da bir proje yaptım, üzerine birkaç makale yazdım. Soğuk Savaşın bitiminde ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yeni oluşan ülkelerin  ne şekilde dönüşeceği konusunda büyük bir merak vardı. O dönemde, Hawai’den arayan bir profesör bana uygulanabilir anayasalar üzerine çalışan kişilerin oluşturduğu bir gruba (ağa) dahil olmamı önerdi. Bu, yeni bir rejimin, tercihen demokratik bir şekilde kurulmasına ve sağlam bir zemine oturmasına yardımcı olacak, uygulanabilir ve varlığını sürdürebilir bir anayasanın, nasıl oluşturulabileceği üzerine odaklanmış bir gruptu. 1992-2002 yılları arasında, bu grup ile çalıştım ve bu grubun parçası olan diğer 50 üye ile birlikte birçok farklı anayasayı analiz ettik, nasıl işlediklerini anlamaya çalıştık. Bu analiz için dört temel kriter belirledik ve hangi anayasa nasıl çalışıyor ve hangi kriterleri ne kadar karşılayabiliyor sorusuna cevap aradık. Bir anayasanın başarılı olup olmadığını anlayabilmek  için kullandığımız 4 temel kriter şu şekilde belirlenmişti: 1) nasıl meşru siyasal rejimler oluştururlar 2) ekonomik kalkınmayı nasıl yönetirler 3) siyasal şiddeti nasıl yönetirler 4) nasıl, yolsuzluğa yol açmadan etkin hükümet ve iyi işleyen bir bürokrasi üretebilirler. Böylece, yıllar içinde Türkiye’de siyasal temsil, katılım, rejim özellikleri, seçim kanunları, ve seçim sistemi hakkında yazılar yazdım.

39 yıldır akademik dünyanın içindesiniz. Akademik dünyanın en çok hangi yanını seviyorsunuz? 

İncelemekte olduğumuz esas konuya dair bilmeceleri çözmeyi, cevaplar bulmaya çalışmayı seviyorum. Bu zahmetli fakat keyifli bir süreç. Cevapları bulmakta başarılı olduğunuz zaman daha da tatmin edici, faydalı ve sevindirici. Ders vermekten de, özellikle lisansüstü seviyede, keyif alıyorum. Fakat derslere ilgi ve derse katılım gittikçe azalıyormuş gibi görünüyor.  Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tezlerine yardımcı olmak ve akademik kariyerlerinin gelişimini izlemek bana mutluluk veriyor. Ancak, bir de olumsuz tarafı var;  gittikçe ne kadar “kıdemli” olduğunuzu fark ediyorsunuz!

Fulbright bursuna başvurmayı düşünen veya başka burs ve hibe olanaklarını araştıran öğrencilere neler önerirsiniz? 

Bu süreç çok değişti, şimdi çok daha fazla imkan var. Üniversitelerle iletişime geçmek için, başvurudan önce fakülte hocaları ile yüz yüze mülakat yapmak gibi  birçok yol var. İletişim kurmak çok önemli. Üniversiteler başvuru yapan öğrenciler ile ilgili bilgi sahibi olmaya ihtiyaç duyuyor. Kendiniz ile ilgili bilgi sunabilmeniz çok yardımcı olur. Gitmek istediğiniz üniversitenin ve bölümlerin akademik kadrosu ile ilgili bilgi sahibi olmaya çalışın. Amerikan Üniversiteleri, kabul için geçmiş çalışmalarını ve becerilerini bildikleri Amerikalı öğrencilere öncelik veriyorlar. Türk öğrenciler için bu geçerli değil. Türkiye’de çok az kurumdaki bazı programlar tanınıyor. Diğer kurum ve programlarda okuyan öğrenciler hakkında ise çok az bilgileri var. Bu yüzden, öğrenciler, kişisel ilişkiler kurarak kendileri ve programları ile ilgili bilgi verebilirlerse birçok şeyi değiştirebilirler, -tabii bu olumlu ya da olumsuz olabilir! Yüksek Lisans ve Doktora yapmak için Amerikan Üniversitelerine başvuran öğrenciler birkaç tane yıldız üniversiteyi hedeflemek yerine alanlarında iyi olduğu bilinen başka üniversiteleri de değerlendirebilirler. Elde edilen fırsatları iyi değerlendirmenin, prestijli bir ismin peşine düşmekten daha önemli olduğuna inanıyorum. Sosyal bağlantılar kurmak ve bu ilişkileri sürdürmek kişinin uluslararası projelere katılmasını sağlayabilir. Tabii ki kişinin de bu çalışmalara katkı sağlaması gerekir.