online casino malaysia online casino singapore Prof. Dr. İsmail Tufan
Prof. Dr. İsmail Tufan

Prof. Dr. İsmail Tufan

Prof. Dr. İsmail Tufan

Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Ben Türkiye’nin güneyinde doğdum ve orada büyüdüm. Burası iklim olarak yazları çok sıcak ve kışları daha yumuşaktır. Fakat Şubat 1961’de doğduğumda, ileri yaşlı kategorisine giren annem diyor ki, Türkiye’nin bu bölgesine göre hava alışılagelmişten soğukmuş. Herhalde bu yüzden soğuğu sevmem. Demek istiyorum ki hava 30 derecenin altında olursa beni rahatsız eder. Tarsus’ta büyüdüm; yani Aziz Paulus‘ un yaşadığı yerde. Tarsus, Türkiye’nin güneyindeki modern şehirlerden biri sayılan Mersin’in bir ilçesidir.

Ben yükseköğrenimime Almanya’nın başkenti Berlin‘de başladım. Berlin’de Sosyoloji ve sonra Vechta’da da üniversite okuyarak iki diploma aldım. Vechta‘da Gerontoloji okudum. Doktoramı Berlin Hür Üniversitesinde yaptım.

Okulda en başarılı öğrenciler arasında olduğumu iddia edemem. O zamanlar genç bir insan olarak gerçekten kafamda başka kaygılar vardı. O zamanlar önceliğim kilomu kontrol altında tutmaktı. Ancak bugün artık o kadar önemli değil. İnsan yaşlandıkça, neyin önemli ve neyin daha az önemli olduğunu birbirinden daha iyi ayırt edebiliyor. Yaşlanmanın daima bütün ülkelerin insanlarını birleştiren kültürler üstü boyutları var.

Şimdi geriye bakınca ilgi alanlarımın sadece belirgin şekilde kaydığını değil, aynı zamanda belirgin şekilde derinleştiklerini de görüyorum. Bugün kendime ve yakın çevremdeki insanlara bakınca, kendimde ve bu insanlarda hayatımın erken yıllarında algıladığımdan daha başka şeyler görüyorum.

Benim hiçbir zaman belirli bir hobim olmadı. Hiçbir zaman pul veya madeni para biriktirmedim. Ama severek yazı yazdım. Her ne kadar bilim insanı olarak rasyonelliğe ve objektifliğe kendimi adadıysam da, benim bir de irrasyonelliğe kadar varabilen romantik bir yanım vardır. Herhalde hiçbir zaman meydana gelmeyecek olan şeyler üzerine düşünmeyi severim. Benim en büyük rüyam bir gün bir uzaylıyla (Alien) karşılaşmak ve onun tüm kainatı bana göstermesidir. Bu bağlamda aynı zamanda biraz da hayalciyim. Ben bugün, güzel fantastik bir dünyanın rüyasını gören ve bunu gerçekleştirmeye çalışan yeni hayalperestlere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Alanınızı nasıl seçtiniz? Bu alanı seçmenizde sizi motive eden bir kişi veya bir olay oldu mu?

Bana nasıl Gerontolog olduğumu mu soruyorsunuz? Ben de bugün bunu kendime soruyorum. Herhangi bir kişiyi veya olayı anımsamıyorum ve benim hafızam iyidir. Gerontoloji’ye olan sevgim yavaş gelişti. “İlk bakışta aşk” değildi, daha ziyade üçüncü veya dördüncü bakışta aşk diyebiliriz.

Berlin’de eğitimimi tamamladıktan sonra önce gençlik alanında, göçmenlerin çocuklarıyla çalıştım. Ancak bu ilginç alanı sonradan önce zannettiğim kadar ilginç bulmadım ya da tersinden bakabiliriz: Gençlik çalışma alanı beni ilginç bulmadı. Tercihi size bırakıyorum.

Bir tesadüf eseri bana haftada 2-3 gün birkaç saatliğine yaşlı göçmen Türkler‘le çalışmam önerildi. Ben de kabul ettim. Böylece ilk defa yaşlılıkla karşılaştım. Bugün “birinci kuşak” olarak adlandırılan kuşak karşımda duruyordu ve ben bu yaşlı insanlarla ilgilendikçe, daha önce farkında olmadığım ilginç yönlerini keşfetmeye başladım. Onların dili, düşünceleri, sorunlara getirdikleri çözümler ve daha pek çok şey benim kuşağımdan farklıydı ve her gün birlikte çalıştığım gençlerinkinden ise tamamen ayrıydı.

Yavaş yavaş içimde, kendimin de farkında olmadığı bir yönüm uyanmaya başladı. Ben gençlerden daha fazla yaşlılığa ve yaşlanmaya ilgi duymaktaydım. Bunu önce sindirmem gerekmekteydi. Çünkü karar vermek zorundaydım. Ya gençlik alanında kalacaktım ya da istifa edecektim. Yaşlılık alanında bir geleceğim olup olmadığı ise garanti altında değildi. Burada bir kere daha kararımı bir taraftan yana vermek zorundaydım ve bu sefer doğru kararı vermeye mecburdum. Çünkü ben de artık yirmilikler arasında yer almıyordum.

Doğru cevabı buldum ve yaşlılardan yana kararımı verdim. Bir taraftan AWO’da (Arbeiterwohfahrt) yaşlı göçmenlerle pratik çalışmalar yaptım, diğer taraftan Vechta’da Gerontoloji eğitimine başladım. Ardından doktoramı yaptım. Kendim bile her şeyin bu denli hızlı şekilde bu yöne doğru gelişmesini anlayamadım. Bugün ise herşeyin böyle gelişmiş olmasından dolayı sevinçliyim.

Kısaca GEROATLAS’ın ne olduğunu açıklar mısınız?

Bugün hala çok iyi hatırlıyorum. Kışın ortasında Berlin’de bir gündü. Mutfağımda oturmuş ve cam kenarında dışarıdaki karla kaplı kestane ağacına bakıyordum. Eğer sıcak bir mutfakta oturuyorsan, ateş gibi sıcak çayını içiyorsan ve bir dostunla kimse senin cevaplarına ilgi duymadığı halde dünya sorunlarını tartışıyorsan, harika bir görüntü. Kendimizi olduğumuzdan daha önemli biri gibi görebilmek için böyle tartışmalara özel yaşamımızda ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.

Gerontoloji alanındaki kariyerimde bir şeyi öğrendim: Kimse yaşamdan daha önemli değildir ve herkes yaşam için önemlidir. Biz yaşamayı öğrenmeliyiz. Daha uzun süre yaşıyoruz; ama bize öngörülen sürenin içindeki yaşam git gide kısalyor. Yaşam kalitesi tehlikede. Bu yüzden Almanya’dayken çok sevdiğim Noel günlerini özlüyorum. Çünkü bu dönem gelince insanlar medya tarafından manipüle edilmelerine müsaade ediyor ve mükemmel bir dünyada yaşadıklarını düşünüyorlar. Ve Noel zamanı memnuniyetle kendimin manipüle edilmesine izin verdim. Aslında mevcut olmayan ve hiçbir zaman da mevcut olamamış bu mükemmel dünyayı sevdim. Ama böyle zamanlar benim açımdan rüyalar üzerine düşünmek ve Berlin’deki mutfağımda Türkiye’de bir Gerontoloji bölümü kurmanın rüyası görmek için bir fırsattı. Tabii ki başaracağıma inanmıyordum. Bir rüya işte, Berlin’deki bir mutfakta görülen güzel bir rüya.

Yaklaşık iki yıl sonra Türkiye’deydim. Evli, bugüne göre daha genç ve henüz kafamda daha çok saçın ve daha az göbeğimin olduğu bir dönem. 1998 yılında rüyamı gerçekleştirmeye başladım.

2000 yılında “Start” düğmesine bastım ve yaklaşık iki yıllık hazırlık döneminin ardından adını GEROATLAS koyduğum, Türkiye’de yaşlılığın ve yaşlanmanın ampirik araştırmasına başladım. Bunun ardında “Türkiye Gerontoloji Atlası” cümlesi yatar.

“Gerontoloji Atlası” ile Türkiye’nin coğrafyasını değil, daha ziyade yaşlanmanın ve yaşlılığın Türkiye’de keşfedilmesi gereken yeni boyutlarını kastediyorum. GEROATLAS’ın ampirik temele dayanan bir araştırma serisi olduğu söylenebilir. 2000’den 2023’e dek sürecek bir çalışma. Dört etaptan meydana gelmektedir. Her etabı beş yıl sürmektedir. Her etabında temsili bir örneklem çekilmektedir. Her örneklem bir kere etabın başında incelenmektedir. Yani kesitsel bir araştırma yapılmaktadır. Ayrıca daha önceki etaplardan hayatta kalan kişilerle de posta yoluyla veya telefonla görüşme yapılmaktadır.

Bununla sağlık, sosyal ilişkiler veya psişik durum gibi yaşlanmanın belirli boyutlarındaki değişimleri tespit etmeye çalışıyoruz. Böylece GEROATLAS bir boyutsal araştırma diyebiliriz. Ayrıca yılda bir kere güncel etabın örneklemi üzerinde bir araştırma daha yapıyoruz. Bu da posta veya telefon görüşmesi ile yapılıyor. Bu araştırmalar sayesinde yakında sonuçlarını yayınlayacağımız Türkiye’deki “yaşlanma ve yaşlılık alanını” keşfediyoruz. Bu alanı Türk toplumundaki “yaşlanmanın ve yaşlılığın atlası” olarak tanımlıyoruz.

Güncel araştırma projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Şu anda Alzheimer hastalarını ve onların aile fertlerini ilgilendiren bir proje üzerinde çalışıyorum. Daha önce benzer projleri Aydın, Nazilli, İzmir ve Ordu’da gerçekleştirdim. Şimdi Batı Türkiye’de uykuya dalmış ufak bir şehir olan Dinar’da, Alzheimer hastalarına her gün ücretsiz bakım hizmeti sunulacak olan bir Alzheimer merkezini kurmakla meşgulüm. Bunun yanı sıra kitap yazıyorum ve GEROATLAS araştırmasının bulgularını kamuoyuna sunmanın hazırlıklarını sürdürüyorum.

Fulbright Programından nasıl haberdar oldunuz? Size başvuruda yardımcı olan özel kişiler var mıydı?

Beni Fulbright bursiyeri olmaya teşvik eden bir yazı okudum. Fulbright, Türkiye’de değişik üniversitelerde tanıtım toplantıları yapıyordu. Bu toplantılardan birine katıldım. Etkilendim. Bu bursu hayata geçiren merhum Senatör J. William Fulbright’ın hayatını araştırdım. Dünyaya, insanlığa ve karşılılıklı öğrenme potansiyeline verdiği önem beni ve sanırım diğer Fulbright bursiyerlerini etkilemiştir. Önünde bugün saygıyla eğildiğim bu şahsiyetin, vizyonunu çok beğendim ve bu programı hayata geçirmesine hayranlık duydum. Beni etkileyen bu programa mutlaka katılmak istedim ve başvurumu yaptım. University of North Carolina at Charlotte Gerontoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dena Shenk’e de teşekkür borçluyum. Beni kendisi teşvik etti ve bana harikulade ve unutamayacağım bir ev sahipliği yaptı. Bu vesile ile ortak projelerimizi hayata geçirme şansımız oldu. Benim için unutulmaz bir çalışma ortamıydı ve çok şeyi birbirimizden  öğrenme şansımız oldu.

 

Fulbright’a başvurmadan önce ABD’de eğitim veya çalışma tecrübesine sahip miydiniz? Fulbright’a başvurmadan önce benim ABD’de öğretim ve çalışma ile ilgili tecrübem yoktu. Bu yüzden ABD’ye seyahatim, orada altı ay yaşamak ve bilimsel çalışmalar yapmak benim için çok yeni tecrübelerdi. Benim açımdan orada olmak topyekûndüşündüğümde tam manasıyla bir başarı idi.

ABD’ye ilk gittiğiniz zaman kendinizi nasıl hissettiniz?

Yaklaşık 10 saatlik uçuştan sonra ayaklarımın altında yeniden sağlam toprağı hissettiğime çok sevinmiştim. Daha önce hiç bulutların üzerinde bu kadar uzun süre geçirmemiştim. Bu yüzden ABD’deki ilk hislerim tarifi zor bir güzellikteydi.

Sonra insanların farklılığının farkına vardım, ama bunun nereden kaynaklandığını anlayamadım. Pasaport kontrolü çok sıkı olduğu halde, insanlardaki bu farklılık benim için çok hoş bir şeydi; fakat polis yolculara karşı çok nazikti. Yavaş yavaş ABD’deki insanların dudaklarındaki, onları diğer ülkelerdeki insanlardan ayıran gülümsemeyi fark ettim. Tabii ki bu algının sebebi, benim genel olarak ABD’ye yönelik eskiden beri pozitif tutuma sahip olmamdan ileri gelebilir. Çünkü ABD’ye birçok defa seyahat eden dayım, ABD’den geri döndüğünde biz çocuklara hep güzel şeyler getirmişti.

Eylül 2007’de hayatımda ilk defa ABD’ye ayak bastım ve etrafımda cereyan eden şeylerden çok etkilendim. Taksiler, insanlar, hatta havası bile başka türlü kokuyordu. Şubat 2008’e kadar, yani altı ayı, bu güzel ülkede geçirecektim ve beni hayal kırıklığına uğratmadı. Bugün bile sıcak çayımı Türkiye’de içerken, o çok güzel altı ayı hatırlarım. Düşüncelerim yeniden ABD’ye uçar ve hayalimde, herhalde hayatımda bir daha hiç görmeyeceğim o insanların gülen yüzlerini görürüm. ABD’de geçirdiğim bu altı ay, hala benim içimde ilk günkü gibi canlıdır. Yorgundum; ama uyumak istemedim. İlk günümü yatakta geçirmek istemedim ve bunu yapmadım.

ABD’de edindiğiniz Fulbright tecrübeleri sizin kişisel ve profesyonel yaşamınızı nasıl değiştirdi?

Sanırım ABD’deki özel hayatıma ekleyebileceğim başka bir şey yok. Bu altı ay o kadar çabuk geçti ki! Yeniden geri dönüş yolculuğum başladığında içimi, sadece ailemden ve çok yakın dostlarımdan ayrılırken yaşadığım bir hüzün kapladı.  Evet, ben ve ABD bu altı ay içerisinde çok ama ço yakın dost olduk.

University of North Caroline at Charlotte’dan Prof. Dr. Dena Shenk’le tanışmak ve çalışmak benim için büyük bir şanstı. Onun Gerontoloji alanındaki profesyonelliği ve bilgisi beni çok etkilemiştir. En azından ben ondan çok şey öğrendim ve umut ederim ki ben de kendisine bir parça kendi bilgimden verebildim.

Prof. Dr. Dena Shenk beni sadece profesyonelliğiyle ve bilgisiyle değil, aynı zamanda insani özellikleriyle de çok etkiledi. Onunla her zaman başka bir projede tekrar çalışmak isterim. Ülkesini bu denli iyi temsil ettiği ve bilimsel tecrübelerini benimle paylaştığı için ona teşekkür borçluyum. Bu tecrübeleri beraberimde götürdüm ve Türkiye’deki çalışmalarımda bana çok yardımı dokunmuştur.

Bugün hala yararlandığım, ABD’de edindiğim Fulbright tecrübelerimin farklı boyutları vardır. Bu kültürel, insani ve bilimsel tecrübeler benim hayatıma çok olumlu etki yapmıştır ve onları tam bir başarı olarak görüyorum.

Fulbright Programına başvurmak isteyenlere ne tavsiye edersiniz?

Fulbright programına başvuruda bulunmayı isteyip istememesinden bağımsız olarak herkesin bu güzel tecrübeleri yaşamasını isterim. Eğer bir kimse Fulbright Programına başvurmak istiyorsa o zaman ona her türlü tecrübeye açık olmasını tavsiye ederim.  Daha sonra ona Fulbright’a karşı dürüst olmasını öneririm. Bununla kastetiğim şudur: Bilgisini ne abartmalıdır ne de alçaltmalıdır. Bilim adına yaptıklarını ve yapmak istediklerini ortaya koymalıdır. Şu veya bu alanda henüz bilgi sahibi olmadığından utanç duymamalıdır.  Nihayetinde amaç yeni bilgi ve tecrübe edinip, bunları kendi vatanında uygulamaktır. Daha sonra İngilizce bilgilerini ABD’ye seyahatten önce geliştirmelerini de tavsiye ederim. Çünkü dil bilgisi ile birçok bariyer daha kolay aşılıyor. Böylece herkese insanların arasına baraj kurmamalarını tavsiye ederim ve derim ki Fulbright’ın sunduğu programdan yararlanarak “köprü gibi ol” ve dünyada yeni bilimsel, kültürel ve insani köprüler kurmak için bundan faydalan.