Prof. Dr. Heath W. Lowry
Prof. Dr. Heath W. Lowry, 1966 yılında Peace Corps’a katılarak Balıkesir yakınlarındaki Bereketli Köyüne, “kırsal toplum kalkınması” alanında çalışmak üzere geldi. Orada geçirdiği zaman, Türkiye ve Osmanlı geçmişini daha yakından öğrenme isteği uyandırdı. A.B.D.’ye döndüğünde Portland State Üniversitesi’nde Orta Doğu tarihi okudu ve lisans üstü çalışmalarını UCLA’de yaparak alanındaki en değerli akademisyenlerle çalışma olanağı buldu. Osmanlı Tarihi alanında uzmanlaşarak Boğaziçi, George Washington, Georgetown, Princeton ve Bahçeşehir Üniversitelerinde ders verdi, onlarca kitap yazdı. Alanındaki en önemli akademisyenlerden biri olarak kabul edilmekte. Son on yıldır Bahçeşehir Üniversitesi kadrosunda, bir seminer dersi vermekte ve kitap yazmaktadır–son on yılda on iki kitabı yayınlanmıştır. Değerli kitaplarıyla çevrili kütüphanesinde, sevdiği işi yaparak sürekli araştırmakta ve yazmaktadır.
Tarih alanına yönelmeye ve Türk ve Osmanlı tarihi üzerinde uzmanlaşmaya nasıl karar verdiniz? Kariyeriniz nasıl ilerledi?
Tezimi Trabzon’un 15. ve 16. yüzyıllardaki tarihi üzerine yazdım. Trabzon o dönemde Türklerin, Rumların, Ermenilerin ve İtalyan tüccarların yaşadığı karışık ve ilginç bir nüfusa sahipti. Bu çalışmam sayesinde, Harvard Üniversitesi’ne bağlı Dumbarton Oaks adlı bir araştırma merkezinin büyük bir araştırma projesine dahil oldum. 1979 da onlarla çalışmaya başlayarak, geç Bizans ile erken Osmanlı dönemi arasındaki süreklilik ve değişim süreçlerini inceledim. Böylece erken Osmanlı dönemine daha fazla odaklandım. Ancak son on beş yıldır, daha fazla Balkanlar üzerine çalışıyorum. Çünkü fark ettim ki Osmanlı, Arap dünyasını fethetmeden önce aslında bir Balkan ülkesiydi. Dolayısıyla ben de bu dönemleri daha fazla incelemeye başladım.
Ancak 14. ve 15. yüzyılları incelerken yararlanabileceğimiz çok fazla yazılı belge olmadığını görüyoruz. Ben de Yunanistan’ın kuzeyi başta olmak üzere, mümkün olduğunca çok seyahat ederek Osmanlılardan geri kalan mimari yapıları incelemeye ve bunları tarihi kaynak olarak kullanmaya başladım. Gördüm ki Osmanlılar fetihleri sürecinde, aynı zamanda yollar, kervansaraylar, imaretler, aşevleri, hamamlar gibi alt yapı eserleri inşa etmekteydiler. Bu kalıntıları araştırarak ve inceleyerek Osmanlıların bu bölgede bir dünya gücü olarak nasıl büyüdüklerini araştırıyorum.
Fulbright Programına başvurmaya nasıl karar verdiniz? Neden Bilkent Üniversitesini seçtiniz?
A.B.D.’deyken tanıştığım ilk Türklerden biri University of Southern California’da öğrenci olan Ersin Onulduran’dı. Kendisi 1986-2000 yılları arasında Türkiye Fulbright Komisyonu’nun Genel Sekreteri oldu. Onunla hep iletişimde oldum ve sanırım bana Fulbright akademik araştırma bursuna başvurmamı ilk öneren kendisidir. O dönem Princeton Üniversitesi’ndeydim, ama bir “sabbatical” senem için boştaydım. Burs alırsam Halil İnalcık ile çalışmak istiyordum, dolayısıyla kazanınca Bilkent’e geldim.
Bilkent Üniversitesinde Osmanlı tarihi alanında dersler verdim. O sıralarda Ankara’da çok faal olan “Trabzonlular” grubu vardı; onlara konuşma yapmam için sık sık beni davet ettiler. ARIT’te de konferanslar verdim. Ama esasen bir kitap yazmak için gelmiştim ve vaktimin çoğu bu kitapla geçti. “The Nature of the Early Ottoman State” adındaki bu kitabım 2003 yılında yayınlandı. Aynı dönemde Bursa üzerine de çalışıyordum – seyyahların gözüyle Bursa. Benim için çok verimli bir dönemdi.
Siz bir dönem Fulbright Komisyonu Yönetim Kurulu’nda da görev yaptınız. Bu nasıl bir deneyimdi?
Fulbright Programını, A.B.D.’nin yarattığı en önemli dış politika eylemlerinden biri olarak görüyorum. “Peace Corps” da genç Amerikalıların gözlerini dünyaya açmasını sağlamıştı; ama Fulbright bunu sürekli olarak yapmıştır. Amerikan Üniversitelerindeki “alan uzmanlarına” bakarsanız, bu kişilerin büyük çoğunluğunun bir dönem Fulbright bursiyeri olduğunu görürsünüz. Bu program, genç akademisyenlere başka bir kültüre olumlu bir şekilde açılmalarını, yakınlaşmalarını ve farklı kültürleri anlamalarını sağlamıştır, sağlamaktadır ve sağlayacaktır.
Bu alanda çalışmak ve araştırma yapmak isteyen gençlere önerileriniz, tavsiyeleriniz olur mu?
Evet, tabii. Beni biraz rahatsız eden bir konu var: Osmanlı tarihi, batıdaki örnekleri Avrupa ya da Amerikan tarihi gibi gelişmiş bir araştırma alanı değildir. Özellikle Amerikan Üniversitelerinde bu alanda çalışmaya başlayan genç akademisyenler, tarihi batıda araştırıldığı ve yazıldığı şekilde öğreniyorlar ve de alanın tümünü kapsayan, çok etkileyici eserler yaratmaya çalışıyorlar. Halbuki bizim alanımız henüz gelişiminin erken döneminde. İstanbul’daki Osmanlı arşivlerinde 100 milyondan fazla belge var. Bunların ancak %20’si doğru dürüst kataloglanmış durumda. Bu %20’nin ise ancak 1 milyonu araştırılmış, incelenmiştir. Bu durumda, Osmanlı tarihi hakkında kesin bir şeylerin yazılması neredeyse imkânsız. Ama işte genç akademisyenler, Osmanlı tarihini Fransız tarihi ya da kolonyal İngiliz tarihi alanında yazılanlar gibi ele almak zorunda hissediyorlar. Bence şimdilik bu alanda çok kapsayıcı eserler yazmak için henüz erken. Belki bu benim tercihimin bir yansıması; çünkü ben öyle büyük kitaplar yazmıyorum. Beni ilgilendiren spesifik temalarda monografiler kaleme alıyorum. Bu şekilde kapsama alanı kısıtlı bir alanda yazmak ve derinlerine inmek bana daha uygun ve rahat geliyor.